Anasayfa » MANŞET » SES GENEL MERKEZ;TÜRKİYE’DE SOSYAL HİZMETLERDE DÖNÜŞÜM ÇALIŞTAYIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK
SES GENEL MERKEZ;TÜRKİYE’DE SOSYAL HİZMETLERDE DÖNÜŞÜM ÇALIŞTAYIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK

SES GENEL MERKEZ;TÜRKİYE’DE SOSYAL HİZMETLERDE DÖNÜŞÜM ÇALIŞTAYIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK

calistay_1

Sendikamızın örgütlü olduğu işkollarından biri olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, sosyal hizmetlerin planlandığı ve sunulduğu, sosyal hizmetlerden sorumlu temel kurumdur.

 2-3 Haziran 2018 tarihlerinde “Türkiye’de Sosyal Hizmetlerde Dönüşüm” başlığı ile iki günlük bir çalıştay gerçekleştirerek, Türkiye’nin dört bir yanından gelen sosyal hizmet emekçileri ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hizmetlerini, hizmetlerdeki dönüşüm sürecini ve elbette ki sosyal hizmetlerde çalışan emekçilerin sorunlarını ve taleplerini değerlendirdik.

Çalıştayın sonuçları sendikamız tarafından kitaplaştırılarak çalıştay tartışmaları ve sonuçları detaylı olarak paylaşılacaktır. Ayrıca çalıştayda tespit edilen sorunlar ve çözüm önerileri Bakanlık yetkilileri ile de paylaşılacaktır. Bugün bu açıklamamızda çalıştayda ortaya çıkan sonuçları en özet hali ile kamuoyu ile paylaşmayı hedeflemekteyiz.

SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİNİN SORUNLARI BİRİKMİŞTİR

Çalıştay öncesinde Bakanlıkta çalışan sosyal hizmet emekçilerinin sorunlarını tespit etmek amacı ile bir anket çalışması gerçekleştirdik. 1 Nisan – 15 Mayıs tarihleri arasında yüz yüze ve internet ortamından yaptığımız anket çalışmasına 41 farklı ilde çalışan 873 sosyal hizmet emekçisi katılmıştır. Ankete katılanların %76’sı kadrolu çalışanlardan oluşurken, kadro karşılığı sözleşmeli, taşeron, sözleşmeli, ek ders karşılığı çalışan, sürekli işçi, 4D işçi kadrosu ile çalışanlar da ankete katılmıştır.

–> Bakanlıkta çalışan tüm meslek guruplarından ankete katılım gerçekleşmiştir. Ankete katılanların yüzde 44’ünün 1-5 yıldır; %24’ünün 6-10 yıldır, %15’inin 20 yıl ve üzerinde hizmet süresi bulunmaktadır. Yani ankete katılanların çoğunu genç emekçilerin oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

–> Ankete katılanların %46’sı kiracı olduklarını, yüzde 12’si konut kredisi ödediklerini, %7’si ailesinin yanında kaldığını söylemiştir.  Katılanların %34’ü ev sahibidir.

Anket çalışmasının sonuçları, sosyal hizmet emekçilerinin karşı karşıya olduğu sorunları bir kez daha ortaya sermiş, yıllardır mücadele ettiğimiz taleplerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir:

–> Sosyal hizmet emekçilerinin %78’i personel eksikliği sorunu olduğunu; %73’ü çalışma sürelerinin uzun olduğunu, % 88’i ise iş yoğunluğunun fazla olduğunu değerlendirmiştir. Emekçilerin %83’ü ise kurum politikalarının çalışanları değersizleştirildiğini düşünmektedir. Yine ankete katılanların %85’i de ASPB yapılanmasını yetersiz bulduklarını ifade etmiştir. Yani bu sonuçlardan da açık olarak görüldüğü gibi sosyal hizmet emekçileri personel eksikliği ile az çalışan ile çok fazla iş yapmakta, uzun sürelerle çalışmakta, Bakanlık tarafından değer gördüklerini düşünmemektedirler.

–> Ankete katılanların sadece yüzde 2’si aldığı ücreti yeterli bulmaktadır. Yüzde 69’u yetersiz ücret aldığını, yüzde 28’i ise ücretini kısmen yeterli bulduğunu ifade etmiştir.

–>Ankete katılanların  %78’i sosyal hizmet emekçilerine yönelik şiddetin yaygın olduğunu ifade ederek, şiddetin bu alanın önemli bir problemi olduğunu göstermişlerdir. Çalışanların %69’u üst yöneticilerinden ya da hizmet sunduğu kişilerden şiddet gördüğünü ifade etmiştir. Çalışanların %79’u sosyal hizmet emekçilerine yönelik şiddeti önlemeye yönelik işleyen bir sistem bulunmadığını düşünmektedir. Bu sonuçlar da göstermektedir ki, şiddet sosyal hizmet işkolunda emekçiler için oldukça önemli bir problem durumundadır ve hem yöneticilerden hem de hizmet alanlardan gelen şiddetin durdurulması için acil önlemler alınmalıdır.

–> Sosyal hizmet emekçilerinin %84’ü mobbingin alanda yaygın bir problem olduğunu düşünmektedir; mobbingin yaygın olduğunu düşünenlerin %53’ü ise kadın emekçilerdir. Emekçilerin yüzde 86’si mobbingin nedenlerinden birini yöneticiler olarak görürken, yine %86’sı mobbingi önleyecek işleyen bir denetim mekanizması olmadığını düşünmektedir.

–> Emekçilerin yüzde 52’si hizmet verilen binaların yapılanmasının (oda, salon, bahçe, hol, vb.) sosyal hizmet sunumuna uygun olmadığını düşünmektedir. Emekçilerin yüzde 49’u yemekhane sorunu olduğunu, yüzde 44’ü ise ulaşım sorunu yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Çok açık görünmektedir ki, Aile Bakanlığı, emekçileri çok ağır koşullarda ve çok yoğun emekle çalıştırmakta ama emekçilerin yemek ve yol sorununu dahi çözmemektedir. Hizmet sunum alanları ise hizmet gerekleri için yeterli değildir.

–> Emekçilerin % 87’si mesleki anlamda ihtiyaçlarının karşılanmasında sorun yaşadığını söylüyor (hizmet içi geliştirme eğitimleri, meslek gereklerine uygun çalışma ortamı, mesleki işler için gerekli malzemelerin sağlaması) Yine emekçilerin %87’si çalışma koşullarının mesleki standartlara uygun olduğunu düşünmemektedir.  Sosyal hizmet alanı, insanla çalışılan ve yapılan işin niteliğinin hem tek tek hizmet alanlar hem de toplumun bütünü açısından çok önemli olduğu bir alandır. Mesleki ihtiyaçların bu kadar yüksek oranda karşılanmıyor olmasının ve çalışma koşulların mesleki standartlardan bu kadar uzak olması ise hem işini en iyi şekilde yapmak isteyen emekçiler, hem hizmet alanlar hem de toplumun bütünü için son derece olumsuz sonuçlar oluşturacağı aşikardır. Yine emekçilerin  % 51’i ise sahip olduğu mesleki eğitim ile yaptığı iş arasında uyum olmadığını düşünmektedir. Bu da mesleki çalışmanın bu kadar önemli olduğu ve personel yetersizliğinin olduğu bir alanda çalışanlara mesleklerine uygun görevler yaptırılmadığını göstermektedir.

–>  Son olarak ise ankete katılanların %81’i çalışma koşullarının kötüleştiğini değerlendirmektedir.

Çalıştaya katılan yönetici/ üyelerimizle emekçilerin sorunlarına ilişkin bir de forum gerçekleştirdik. Anket sonuçlarının da değerlendirildiği forumda diğer öne çıkan sorunlar şunlardır:

–> ASPB farklı istihdam biçimleri üzerinden parçalanmışlığın en net olarak göründüğü kamu alanlarından biridir. Hizmet alımı ile çalışmanın yaygınlaşması, dolayısıyla kamunun giderek güvencesiz çalışanlar eliyle hizmeti sürdürülüyor olması hâlihazırda çok temel bir problem olarak ortada durmaktadır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında yıllardan beri güvencesiz çalışanların oranı kadrolu çalışanların oranından fazladır.  ASPB’nin 2011 Faaliyet Raporundaki verilere göre kadrolu çalışan sayısı, hizmet alımı ile çalışanların gerisine düşmüştür. Nitekim yine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2012 yılına ait verilerine göre,  Bakanlık bünyesinde çalışanların yüzde 58’ini hizmet alımı yolu ile çalıştırılmaktadır. Sonraki yıllarda ise Aile Sosyal Destek Projesi için alınan sözleşeli çalışanlar başta olmak üzere sözleşmeli çalışanların arttığı bilinmektedir. Bu ise güvencesiz çalışanların ne kadar yaygınlaştığını ortaya çıkarmaktadır. Nitekim bakanlık da bun durumun farkında olacak ki, hazırladığı Bakanlık raporları ve belgelerinde hizmet alımı ile çalışanların sayılarını paylaşmamakta, hatta hizmet alımı yolu ile çalışanlardan hiç bahsetmemektedir. Tüm çalışanlar kadroya alınmalı, güvencesiz çalışma kaldırılmalıdır.

–>Güvencesizlik, sosyal hizmet emekçilerinin üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır. Bu durum aynı zamanda hizmet sunumuna da yansımaktadır. Nitekim uzun zamandır sistematik olarak meslek elemanlarının hazırladıkları raporlara müdahale eden yöneticiler; güvencesiz çalışmayı tehdit olarak kullanarak güvencesiz çalışanlara istedikleri biçimlerde rapor yazdırmaya ve mesleki müdahalelerde bulunmaktadırlar. Bu müdahalenin en açık görüldüğü alanlardan biri de sosyal yardımlardır. Sosyal yardımlar için düzenlenen raporlar ve yardımlar için verilen kararlarda idarelerin ve daha üst bürokrasinin istekleri çalışanlar üzerinde önemli bir baskı oluşturmaktadır.

–> Sosyal hizmetlerde yürütülen politikalar meslek gruplarının kendi mesleki katkılarını sunarak ortak bir çalışma yürütmesini pekiştirmekten ve teşvik etmekten çok, meslek grupları arasında çatışmalar oluşmasına neden olacak, hizmeti de ekip hizmeti olmaktan çıkartacak biçimde oluşturulmaktadır. Herkesin her işi yapacağı, mesleki sınırların ortadan kaldırıldığı,  her meslek gurubunun diğer meslek gurubunun alanlarına dahil olmalarının zorlandığı, dahası yapılan tüm işlerin aynılaştırıldığı, büro işlerinde çalışanların ise daha da değersizleştirildiği bir politika izlenmektedir

–> Sosyal hizmet emekçileri ağır iş yükü altında ve idarelerin her türlü baskı ve keyfi yaklaşımları altında çalışmaktadır. Liyakat tamamen ortadan kalkmıştır. Alanı bilmeyen idareciler yönetici olarak atanmakta, bu da hem çalışanlarla ilişkilere hem de hizmet planlanmasına yansımaktadır. Görevde yükselmede çok ciddi sorunlar ve keyfilikler yaşanmaktadır. Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle, atama ve yer değiştirmeler hiç bir kurumda olmayan kurallara bağlanmış, emekçiler ciddi mağduriyetler yaşamaktadır.

–> Anket sonuçlarında da ortaya çıktığı üzere özlük ve ekonomik koşulları ise son derece yetersizdir. Çeşitli biçimlerde tutulan nöbetler karşılığında ise ya ücret alamamakta ya da son derece sınırlı bir ücret almaktadır.

SOSYAL HİZMETLER

Çalıştay ile Türkiye’de sosyal hizmetlerin tarihi; Türkiye’de yıllar içinde özellikle 2002 sonrasında hizmetlerde ne yönde değişimler yaşandığı da detaylı olarak değerlendirilmiştir.

Sosyal hizmetler alanı, hizmet vermekle yükümlü olduğu konular itibari ile çok kritik bir alandır. Biliyoruz ki bir ülkede demokrasinin, refah ve insana verilen değerin ne olduğunu anlamak için sosyal hizmet politikalarının ne şekilde olduğuna bakmak gereklidir. Türkiye açısından ise ne yazık ki uzun zamandır izlenen ekonomik ve sosyal politikalar nedeniyle kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlı, LGBTİ, mülteci, yoksullar başta olmak üzere hakları elinden alınan veya hakları daha fazla korunmaya ihtiyacı olan insanlar, insan hakları çiğnendiği ya da insan haklarının gerekleri yerine getirilmediği için daha fazla psikososyal sorunlarla karşı karşıya kalmakta, yalnızlaşmakta ve çaresiz hale gelmektedir. Bu çerçevede her geçen gün insanın sahip olduğu hakları korumaya ve bu hakları geliştirmeye daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır.

Biliyoruz ki temel insan haklarının önemli bir parçası olan sosyal haklar ve bu haklara bağlı olarak verilen sosyal hizmetler birden bire, kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Bu haklar ve hizmetler devletler, siyasal iktidarlar ya da sermaye tarafından da bahşedilmemiştir. Sosyal haklar ve hizmetler sınıflar arasındaki güçler ilişkisine bağlı olarak değişen sosyal politikaya göre şekillenmiştir. Sosyal politika ve sosyal güvenliğin merkezi iktidarlar tarafından bir hak olarak kabul edilmesi, sosyal hizmetlerin sistematik bir hal alması işçi sınıfının, emekçi sınıfların ağır beldeler ödeyerek yüzyıllar boyunca sürdürdüğü mücadelesi ile gerçekleşmiştir. Kısacası sınıflar mücadelesinin gelişim seyri sosyal politikanın, sosyal güvenliğin, sosyal hizmetlerin gelişim seyrini de belirlemiştir.

1970’lerin ortalarından itibaren tüm dünyada etkisini gösteren neo-liberal yeniden yapılanma süreci ile sosyal devlet döneminin kapsamlı sosyal politika uygulamaları ve kurumsallaşmış sosyal güvenlik sistemleri hedef alınmıştır. Aradan geçen 35-40 yıllık sürede sermaye sınıflarının çıkarlarıyla daha uyumlu yeni bir sosyal politika rejimi tesis edilmesinde önemli mesafe kaydedilmiştir. Bu ‘yeni’ rejim sosyal politikanın tıpkı ekonomi gibi, kar-zarar dengesi gözeten ‘rasyonel’ bir temele oturtulmasını, dolayısıyla politika geliştirilirken insan faktörünün devre dışı bırakılmasını temel almaktadır. Dönüşümün yönü; kolektif ve genel olandan bireysel ve özel olana, devlet merkezli olmaktan STK veya özel kuruluş merkezli olmaya, zorunlu sosyal güvenlik sisteminden gönüllülüğe, dağıtım sisteminden fonlama sistemine ve sosyal sigortalardan sosyal yardımlara doğru bir kayış olarak nitelendirilmektedir. Bu yeni rejimin emeğiyle geçinen kesimlerin yeterince örgütlü, toplumsal ve siyasal yaşam üzerinde etkili olamadığı ülkelerdeki yansıması ise hak ve yurttaşlık temelinden uzaklaşan, kapitalizmin ilkel döneminin ürünü sosyal yardımlarla sınırlı bir anlayışın hakim hale getirilmesi olmuştur.

2000’li yıllardan itibaren neo-liberal muhafazakar yaklaşımla beraber sosyal hizmetlerde aile kurumuna yapılan vurgunun artması ve sosyal hizmetin piyasa, sivil toplum (hemşehri dernekleri ve cemaatler), aile üçlüsüne havale edilmesi eğilimi de açık şekilde görülmüştür.

Sosyal hizmetlerin kamusal bir hizmet olarak sunulması, ihtiyaç duyan herkesin ayrımsız şekilde, ücretsiz, eşit, nitelikli ve anadilinde hizmete ulaşmasının sağlanması gerekmektedir. Oysa AKP iktidarı tarafından yıllardır izlenen politikalarla sosyal hizmetler, AKP iktidarının ideolojik bakışı ve siyasi ihtiyaçları üzerinden şekillendirilmekte, hizmet ihtiyacı içinde olan kesimler üzerinden siyasal güç sağlanmaya çalışılmaktadır. Sosyal yardımlarla ilgili izlenilen politika bunun en açık örneğidir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının bütçesinde en yüksek kalemi oluşturan alan sosyal yardımlardır. Sosyal yardımlarda temel amaç yardıma ihtiyaç duyulmayacak şartların oluşturulmasıdır; ancak AKP sosyal yardımı, yardım alanları bağımlı ve kendi iktidarına bağlı hale getirecek bir mantıkla yürütülmektedir. Hizmetler hak olmaktan çıkartılarak lütuf haline getirilmiştir.

Bilindiği üzere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının hizmet alanı oldukça çeşitli ve kapsamlıdır. İki günlük çalıştay sınırı ile bu hizmet alanları değerlendirmeye tutulmuştur. Önceden yapılan hazırlıklar çerçevesinde “çocuk”, “kadın”, “ayrımcılık”, “savaş- göç ve sosyal hizmetler” başlıkları ile gurup çalışmaları gerçekleştirilerek, bu alanlardaki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hizmetleri ve politikaları ve sorunlar masaya yatırılmıştır. Her bir gurup çalışmasında, o alandaki hizmetler hakkında önemli tespitler ve çözüm önerileri ortaya çıkmıştır.

Çocuk Atölyesi

1- ASBP’nin “Çocuk Algısı”nı,  muhafazakârlığa, dine, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı ve ailenin çocuğun ihtiyaçlarından önemli olduğu düşüncesine yönelik faktörler belirlemekte, çocuğun gelişimsel ihtiyaç ve gereksinimleriyle bir “birey” olduğu göz ardı edilmektedir. Bu nedenle 18 yaş altı tüm bireylerin çocuk olduğu evrensel ilkesinin hatırlanılarak, tüm politikaların “çocuğun insan hakları” doğrultusunda geliştirilmelidir.

2- Bakanlık bir an önce koruma ve önleme hizmetlerini, çocuğun haklarını ve üstün yararını önceleyen, hükümet politikalarından arındırılmış, risk analizlerini belirleyen ve erken uyarı sistemini önceliklendiren bir şekilde, somut, kapsamlı, hızlı ve etkin  müdahaleye olanak sağlayan yazılı hale getirilmiş, kamuoyunun ve özellikle çocuk alanında çalışan kurumların görüşlerinin de dikkate alındığı siyaset üstü bir “Ülke Çocuk Politikası” oluşturmalıdır.

3- Çocuk odaklı sosyal hizmet modelleri geliştirilmeli ve çocuğun “biricikliği ve gereksinimlerini” standartlaştıran, tek tipleştiren uygulamalardan vaz geçilmelidir.

4- Mevcut uygulamalar suça sürüklenen ihmal, istismara maruz kalan çocukları nesnelleştirmekte, çocuğun özerk varlığını göz ardı edilmektedir.

5- Siyasal, ideolojik bakış açısı nedeniyle yasal mevzuatların yorumlanmasında ve uygulanmasında, çocuğun korunma ve bakımının sağlanmasında boşluklar oluşmakta ve çocukların yüksek yararı aleyhine olumsuz/negatif sonuçlar ortaya çıkmaktadır. “Çocuk”; ailenin ve devletlerin idealize ettiği, evlilik, toplumsal cinsiyet normları çerçevesinde mekanize, tek tip, fabrikasyon ürünü bir “metaya” indirgenmektedir.

5- 2017 verilerine göre halen koruma altına alınmadan aile yanında desteklenmekte olan çocuk sayısı 104.729’dur. Bakanlığın hizmetlerinde çocuğu, yalnızca ve öncelikle “aile içinde” gören bakış açısı çoğunlukla çocukların risklerden korunmamasına ve mağduriyetlerinin artarak devam etmesine neden olabilmektedir. Bu nedenle aileyi güçlendirme ve aile içi riskleri gidermeye yönelik çalışmaların yapılması ve daha sonra aile içinde izleme çalışmalarının arttırılması, ailenin çocuğu koruyamadığı durumlarda “alternatif bakım hizmetlerinin çocuğa özgü” olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

6- Yine mevcut çalışmalarda, çocuğa özgü mesleki çalışmalara, niteliğe veya müdahalelere önem ve öncelik verilmemekte, çocukla ilgili çalışmalar “bir işe dosya sayısına veya sadece bakım hizmetine indirgenmektedir. Mesleki müdahaleye olanak sağlamayan, sayısal veriye ve çok dosya yapmaya indirgenen bu bakış açısından bir an önce vaz geçilmelidir.

7-  Bakanlık, asli görevlerden olan yatılı bakım ve bir kısım diğer hizmetlerinin, protokoller aracılığıyla Vakıflara devretmiş bulunmaktadır. Ancak, protokol veya işbirliği yapılan vakıfların dini cemaat ve yapılanmalardan oluştuğu, hizmetlerin ise çocukların haklarını değil, dini yapılanma, örgütlenme ve yönlendirme içerdiği görülmektedir. Dini ve cemaat odaklı sınırsız yetki verilen bu hizmetlerde, çocuk ve grup evleri, bu vakıfların inisiyatifine bırakılmakta, çocuk alanında çalışan veya bağımsız izleme yapan örgütlere kapalı tutulmaktadır. Buralarda çalışan kişiler ise siyasi referansla işe alınmış, mesleki yeterliliği olmayan çocuk gelişimi uzmanları veya çocuk bakım sertifikası olan lise mezunlarından oluşmakta dolayısıyla bu kuruluşlarda yaşanan çocuk hak ihlalleri, istismarları veya risklerinin sınırları tahmin dahi edilememektedir. Bu nedenle söz konusu grup evleri, orada kalmakta olan çocuklarla ilgili gizlilik ilkelerine özen ve dikkat edilerek, bir an önce şeffaf ve bağımsız izleme mekanizmalarına açılmalıdır. Yine, meslek elemanlarının sayıca ve nitelikte arttırılması yerine yaygın olarak din görevlilerinin bu kuruluşlarda sürekli olarak görevlendirildiği görülmektedir.

8- Devlet bakım hizmetiyle ilgili temel görevini hiç bir şekilde veya gerekçeyle bir başka vakıf, dini-cemaat grup veya sivil toplum örgütüne devretmemelidir.

9- Ekonomik yoksunluk ve yoksulluk nedeniyle çocuklarını dini cemaat ve vakıfların yatılı kurumlarına ve eğitimlerine gönderen çocuklara yönelik ASBP, ÇKK’da ki görevi nedeniyle sorumluluk almalı, müdahale etmeli ve bu çocuklara yönelik alternatif sosyal hizmet modelleri oluşturmalıdır.

10- Vardiya sistemiyle çalışan, işi gereği sürekli gece çalışmakta olan ve çocuğuna yönelik sadece “bakım” sorunu yaşayan ailelere yönelik 24 saat esasına dayalı, Bakanlık bünyesinde ve sorumluluğunda kreş hizmeti oluşturulmalıdır.

13- SHM’lerin mevcut durumda il müdürlüklerinin benzer ve aynı işleri yaptığı dikkate alındığında bu uygulamadan bir an önce vaz geçilmelidir. SHM’ler yerel ihtiyaçlar ve öncelikleri dikkate alınarak, koruma, önleme, riskleri belirleme ve müdahale amaçlı hizmetleri yerine getirmeli, bunun uygun olmaması durumunda bu merkezler yerine acilen yeniden “toplum merkezleri açılmalı ve hızla” yaygınlaştırılmalıdır.

14- Yeni düzenleme olarak sunulan evlat edinme yönetmeliğindeki yaş ve izlemeye yönelik belirsizlikler çeşitli risklere, hak ihlallerine ve istismarlara açıktır. Bu nedenle “yaş belirleme” durumu bireysel olarak meslek elemanının inisiyatifine bırakılmamalı, somut ve asgari düzeyde dahi olsa bir standardı içermeli, evlat edinme sonrası izleme ve değerlendirmeye imkan verecek mevzuat düzenlemeleri yapılmalıdır.

16- Kişi/ailelerin yanına koruyucu aile olarak yerleştirilen veya evlat edinme işlemleri tamamlanmış olan çocuklar arasında,  KHK’lar sonrasında işine son verilenlerden, bu hizmetin geri alınması durumları yaşanmış ve bu süreçte çocukların psiko-sosyal uyum süreçleri hiç bir şekilde dikkate alınmamıştır. Yine aynı şekilde ekonomik yoksulluk yaşamaya başlayan bu kişi veya ailelere “güvenlik soruşturması” gerekçesiyle SED yardımları uygun görülmemektedir. Oysa çocukların, yoksulluktan birinci derecede etkilendikleri pek çok bilimsel çalışmalarla da tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu aileler içinde yaşamakta olan çocukların durumları hiç bir şekilde dikkate alınmamış, yoksulluk içinde yaşamaya zorlanarak, çeşitli risklerle karşı karşıya kalınmasına neden olunmuştur.

17- ÇODEM’lerde, çocuklara “istismara uğramış kadın” bakış açısıyla yaklaşılmakta, standart bakım hizmeti verilmekte, mesleki çalışma yapmak ve meslek etiğine uygun davranmak isteyen meslek elemanları bürokratik iş yüküyle sınırlandırılmaktadır. Çocukların psiko-sosyal gelişimi, rehabilitasyonu ve sağaltımına yönelik çocuklara özgü, bilimsel, koruyucu ve önleyici hizmetleri de barındıran, aile çalışmasını da içeren bütüncül bakış açısına sahip mesleki çalışmaların yapılmasına izin verilmeli ve bu çalışmalar desteklenmelidir.

19- Çocuk odaklı hizmetlerin sunumunda ve karar alma süreçlerinin her basamağında, çocuğun da görüşü alınarak; çocuk için, çocuğa rağmen çocuk adına değil, çocuk ile birlikte kendi kaderini de dahil tayin hakkına, kararlara katılım ilkesine, görüşlerinin alınması hakkına saygı gösterilerek, etik olarak her vaka özelinde değerlendirmelidir.

Kadın Atölyesi

ASP Bakanlığı kadını güçlendirmeyi hedef alan bir Bakanlık olduğunu iddia etmesine rağmen kadını, kadına dayatılan toplumsal roller çerçevesinde tutmaya yönelik bir politika üretmektedir. Kadının varlığını ve eşitliğini temsil edebilecek tüm uygulamalar yok edilmektedir. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı adının Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak değiştirilmesi; kadın erkek eşitliği kavramlarının tüm bakanlık politikaları ve metinlerden temizlenmesi, yüzyıllardır süren kadının köleleştirme tarihinin bir devamı niteliğindedir. Bakanlık politikaları kadını “birey” olmakta çıkarıp aile içine hapsedilmesine hizmet etmektedir.

Bakanlığa başvuran kadınlar ayrıştırılmaktadır. Kadınlar, sadece “anne” olarak ve aile içinde iseler değerli görülmekte, hizmetler de bu şekliyle ayrıştırılmaktadır. Örneğin aile birliği ölüm vs. gibi nedenlerle kendi iradesi dışında sonlanan kadınlara yardım verilmekte; ama kendi isteği ile evliliğini bitiren kadınlara yardım verilmemektedir. Evlilik bağı içine hiç girmeyen kadınlar da yok sayılmaktadır.

Kadınları toplumsal yaşamdan uzaklaştırıp eve hapseden, “aile ve iş yaşamını uyumlaştırma” politikalarıyla kadınlar esnek, güvencesiz çalışmaya zorlanmaktadır. Bakanlık, yapması gereken çocuk, yaşlı ve engelli bakımından elini çekerek, bu hizmetleri kadına yüklemektedir. Topluma da bu hizmetleri “kadınları güçlendiriyormuş” gibi göstermekte, ciddi bir yanılsama oluşturmaktadır. Bu uygulamayla sunması gereken hizmetleri daha ucuza ve daha kolay bir şekilde kadınların emeğini sömürerek gerçekleştiriyor.

SED hizmetine en çok ihtiyaç duyanlar arasında kadınlar olduğu bilinmektedir. SED, bugünkü uygulama biçimi ile kişilerin kendilerini gerçekleştirmesinden uzaklaştırılarak bağımlı bireyler yaratmaktadır.

Bakanlığın şiddete uğrayan kadınlara hizmeti, kadınları korumayan sadece barınma hizmetiyle sınırlı kalmakta, verilen hizmetlerin yetersizliği kadınların yeniden şiddet ortamına dönmesine neden olmaktadır.  ALO 183 ‘ün Bakanlığın bütün hizmetlerine dönük bir hat olması, şiddete ilişkin işlevsel bir başvuru mekanizması olmasını engellemektedir. ALO 183 ‘ün tanıtımının yetersizliği, burada çalışan danışmanların yeterli donanıma sahip olmaması, danışmanlık verdikleri alanla ilgili lisans eğitimi almamış olmaları da başvuru mekanizmasını etkisizleştiren diğer faktörlerdir.  Bakanlığın sığınmaevi hizmetlerinin hem sayısal hem de nitelik olarak yetersiz kalması; Bakanlığın sığınmaevlerini atıl duruma getirmesi, sığınmaevi sayısının yetersizliği nedeniyle kapasite üstü çalışmaları, şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmetlerin problemlerindendir. Şiddeti önlemede çok önemli merkezler olacağı iddiası ile kurulan ŞÖNİM’ler ise yıllar geçmesine rağmen yaygınlaştırılmamış olmaları, Bakanlığın ŞÖNİM’leri ele alma biçimi, buralarda oluşturulan çalışma biçimleri, kadınların buralara ulaşmadaki zorlukları ve aldıkları hizmetin niteliğinin yetersizliği, personel yetersizliği, iş yükünün fazlalığı gibi nedenlerle şiddetin önlenmesinde bahsedilen iddiadan çok uzaktadır.  Kadıların önemli hukuki kazanımlarından biri 6284 sayıl yasanın kabul edilmesi iken, 6284 sayılı yasanın uygulanmasında önemli problemler bulunmakta; yasa muhafazakar kesimler tarafından “yuva bozuyor” iddiası ile eleştirilmekte ve kaldırılmak istenmekte, Bakanlık ise yasanın savunucusu olması gerekirken sessiz kalmaktadır.

Kadınlara yönelik hizmetlerde çalışacak personelin kadın bakış açısının güçlendirilmemesi, buna dair eğitimlerin olmaması, personelin mevcut önyargıları veya toplumsal öğretilerinden yola çıkarak müdahalede bulunmaya çalışması, hak temelli değil hayırseverlik bakış açısıyla yaklaşması bu alandaki diğer problemlerden biridir.

Bakanlık tarafından: kadının sadece aileyle değerli olduğu bakış açısından vazgeçilmeli; kadın birey olarak kabul edilmeli ve bu bakış açısı ile kampanyalar yapılmalı; cinsiyet eşitliğine yönelik eğitim çalışmalarının yapılmalı; şiddet uygulayan erkekler için verilen tedbir süresince erkeklerin eğitime tabi tutulması için yasal düzenlemeler yapılmalı; şiddet uygulayan erkeğe caydırıcı cezaların verilmesi, yasada var olan cezaların uygulanılması konusunda kamuoyu oluşturulmalı; engelli, yaşlı ve çocuk bakımı konusunda devlet kendi sorumluluğunu yerine getirmeli, temel olarak kadını bakım ve hizmet “görevlerinden”  kurtaran, kadını güçlendirecek politikalar oluşturulmalı; 6284 sayılı yasanın uygulamada Bakanlık kendi eksikliklerini gidermeli, diğer kurumların yasayı uygulaması konusunda da baskı uygulamalı; sadece kadına yönelik şiddetle ilgili ihbar hattı kurulmalı; kadınların durumlarına göre ihtisaslaşmış sığınmaevleri açılmalı; mülteci kadınların da barınma hizmetlerinden faydalanması sağlanmalı; sığınmaevlerinde tercüman bulundurulmalı; ŞÖNİM içerisinde sabit bir polis ekibi sürekli olarak görev yapmalı böylece kadınların karakol işlemlerinin bu yolla halledilmeli; şiddetle bağlantılı çalışan tüm kurum personelleri eğitilmeli; kurumda çalışan tüm personellere cinsiyet eşitliği eğitimi verilmeli; kadınlara mevcut hakları ile ilgili bilgilendirici ve örgütleyici çalışmalar yapılmalı; hizmetlerin niteliğinin artabilmesi için iş yükünün hafifletilmesi veya personel eksikliklerinin giderilmelidir.

Ayrımcılık Atölyesi

Ayrımcılık bir insana ya da insan grubuna, belli bir özelliği nedeniyle eşitsiz/farklı muamele yapılması halidir. ASPB’nin uygulama ve politikalarını şekillendiren ve esas alınması gereken Anayasada yer alan eşitlik İlkesi, ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Ayrıca Cinsler Arası Eşitlik Yasası da, cinsiyete dayanılarak ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır.

ASPB ve devletin, vatandaşına vermesi gereken hizmetleri ayrımcılığa neden olacak şekilde sınırlandırılması kabul edilemez. ASPB her vatandaşa haklarını teslim etmek için herkese eşit sosyal hizmet anlayışına geçmelidir.

Sosyal Hizmet alanında verilecek yanlış ayrımcı kararlar sonucu oluşacak mağduriyetlerin ayrımcılığı derinleştirmesine asla izin vermemelidir.  Hizmet sunacak kadrolarının belirlenmesinde alanın özelliğine göre öncelikler ve etik ilkeler belirlenmelidir.

Sosyal yardımlar başta olmak üzere verilen tüm sosyal hizmet uygulamaları çoğu muhafazakâr vakıflar ve derneklerden alınmalı, belediyecilik adı altında yandaş ve hakkaniyete dayanmayan, profesyonel olmayan sosyal yardımların ayrımcılığı derinleştirmesine engel olunmalıdır.

ASP Bakanlığı korunmaya ihtiyacı olmasına rağmen çocukların denetimsiz ve keyfi, yasal olmayan her türlü bakım ve gözetimleri tespit ederek Devlet Korunmasına almalıdır. Mahkeme kararı olmadan hiçbir çocuğun kimsenin vicdanına terk edilmemesi için derhal tedbirlerini kamuoyuna açıklamalıdır.

Kentsel dönüşüm adı altında yüz yıllardır yaşadıkları yerleşim alanlarından çıkarılan Roman vatandaşların rant uğruna ayrımcılığa maruz kalmasına göz yummadan gerçekçi projeleri hayta geçirmesi, toplumun her toplum grubuna ve alt kültüre eşit mesafede yaklaşmayı taahhüt etmelidir. Taraflı ve ayrıştırıcı projelerden vaz geçmelidir.

Engelli ve yaşlı hizmetleri özel sektöre açılmıştır ve çok ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Sosyal hizmetlerin özel sektöre devredilmesi, alanın piyasanın vicdanına teslim edilmesi mantığından vazgeçilmeli;  Yaşlıların gelirlerine göre, odalarında yataklarına göre sınıflamaya maruz kalmalarına son verilmelidir.

Mülteci, sığınmacı, özel koruma kapsamında olup olmadığına bakılmaksızın hizmet alanına giren kişilere yönelik hizmetlerde uluslararası anlaşmalar, sözleşmeler, taraf olunan düzenlemeler dikkate alınarak ayrımcı olmadan (evli, çocuklu, çocuksuz,eşi vefat etmiş v.b.) hizmet verilmelidir.

Çocukların ve yaşlıların, engellilerin kalmış olduğu şehir merkezinde yer alan kuruluşları rant uğruna kapatarak, şehir merkezlerine uzak ve sosyal uyuma zorluk çıkaracak yerlerde ötekileştirircesine yerleşkelerin yapılmasına, bedava diyerek arazileri bu şekilde hiçbir bilimsel ve sosyal dayana olmaksızın planlanmasına son verilmelidir.

Cinsel yönelime ilişkin her türlü ayrımcı uygulamadan vazgeçilmelidir. Heteroseksüel olmayanları  “düzeltilmesi gereken” bireyler olarak görme ve yok sayma anlayışından derhal vazgeçilmelidir. Avrupa sosyal şartına koşulsuz, çekincesiz uymalıdır.

Ülkede LGBTİ vatandaşlar ve mülteciler yaygın şekilde nefret suçlarına maruz kalmakta ve cinsiyet temelli şiddet hedefi haline getirilmektedirler. Bu çerçevede şiddete maruz kalan LGBT’ler İstanbul Sözleşmesinin açık hükümlerine rağmen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun sağladığı sosyal hizmet ve desteklerden yararlanamamaktadırlar. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı LGBT’lerin insan ve vatandaşlık haklarına yönelik saygıyı ve anlayışı geliştirmek, hizmet süreçlerine eşit vatandaşlık ve ayrımcılık yasağı ilkeleri bakış açısını yerleştirmek ve güçlendirmek, bu yönde farkındalık ve duyarlılık oluşturmakla yükümlüdür.

ASPB, Türkiye’de sosyal hizmet ve sosyal yardım alanı yanında, LGBT’ler açısından büyük önem taşıyan sosyal içerme politikalarını yürüten kurumlardan biri olduğunu ilan etmelidir. Taahhüt belgesini çıkarmalıdır.

Ayrımcılığı yasaklayan uluslararası mevzuat çekincesiz şekilde imzalanmalı; ulusal mevzuat ve ASPB mevzuatında ise değişiklikler yapılan ayrımcılığa karşı açık hükümler eklenmelidir.

Şehit ve Gazi yakınlarına yönelik hizmetlerde ‘15 Temmuz şehitleri’ benzeri ayrıştırıcı dilin ve söylemlerin, eşitsiz olanakların politika malzemesi yapılaması son yıllarda yaşanan hak ihlallerine iyi bir örnektir. Bu ayrıştırıcı yaklaşım ve uygulamalardan vazgeçilmesi incinmesi kolay bir grubun ayrıma tabi tutulmasına engel olacaktır.

ASPB, tüm yapılanmasını gözden geçirmeli ve yenilemeli, ayrımcılık farkındalığına yönelik yönergeler, talimatlar çıkararak tüm birimlerinde denetlenebilir mekanizma oluşturmalı ve çalışan her bir personele yönelik eğitimler yapmalıdır.

Mevcut koşullarda koruyucu aile yanına yerleştirilen çocukların din dil ırk cinsiyet etnik vs olarak hassasiyetleri dikkate alınmalı, ideal olan şekli ile ailelerin ayrımcı olmayan tutumlar ve düşüncede olduğunun tespitinin esas alınması için yasal mevzuatta açık hükümlere yer verilmelidir.

Anadilinde hizmet sunumu, farklılıklara ilişkin hizmet sunumu olmalıdır.

OHAL kararları ile suçun kişiyi bağlayıcılığı ilkesi ihlal edilerek hizmet alan çocuk, engelli bireylerin yanında hizmet almak isteyen kişiler, çocuklar ve aileler sosyal hizmet uygulamalarından mevcut yasal düzenlemeler olmasına rağmen talimat ve keyfi uygulamalar ile mahrum bırakılan ve sonradan hizmet verilmeye başlayan gruplar hak ihlallerine uğramış ve ayrımcılığa tabi tutulmuşlardır.

Ülkede Türkler dışında yaşayan halkların sosyal hizmetlere erişiminde ayrımcı uygulamalar yaşanmaktadır. Türkiye’de çok etnili, dilli ve dinli bir yapı olduğu ve tüm farklı grupların haklardan ve özgürlüklerden yararlanmada eşit olduğunun yasal güvenceye alınması sosyal politika/sosyal hizmet sisteminin uluslararası standartlara uygun bir seviyeye gelmesine büyük katkıda bulunacaktır.

Sosyal Adalet için herkese eşit ve ulaşılabilir sosyal hizmet hakkı tanımlanmalıdır.

Ayrımcılık karşıtı uygulamalara ilişkin oluşturulacak tüm yasal ve politik metinler Sosyal İçermeyi kapsamalıdır.

Savaş, Göç ve Sosyal Hizmetler Atölyesi

Bilindiği üzere savaş dünya genelinde milyonlarca insanın yerinden edilmesi, katledilmesi gibi yıkıcı, yok edici etkisi olan bir olgudur. Aynı zamanda 2011 Suriye savaşından sonra Türkiye’ye yoğun göç dalgası olmuştur. Bununla birlikte yine Kobani ve Şengal’den de yoğun göçler gerçekleşmiştir. Göç olgusu ele alındığında genel olarak göçler iç ve dış göçler, zorunlu ve zorunlu olmayan göçler şeklinde değerlendirilmektedir.

ASPB’nin savaş ve savaş mağdurlarına ve zorunlu göçe dair belirli bir müdahale planı bulunmamakta, AFAD koordinasyonunda psiko-sosyal grubunda yer almakta ayrıca GEMER yapılanması içinde faaliyet yürütmektedir. Kağıt üzerinde olan ise plan olası afet durumlarına uygulanmamaktır.

Bakanlık iç-dış siyaset ve ekonomik ihtiyaçlar üzerine bir yaklaşım göstermekte, yapılan hizmetler başvuru üzerine değerlendirmeye alınmaktadır. İhtiyaç belirleme vs bir durum söz konusu değildir.  Yalnızca mevcut hizmet modelleri (sed, evde bakım v.b.) üzerinden hizmet verilmektedir. Verilen hizmetlerde bölgeler arası farklılıklar görülmektedir.

Yaşanan iç göç sürecinde hizmetten faydalanan müracaatçılar, göç sebebiyle yaşanan adres değişikliği nedeniyle yararlandıkları SED ve evde bakım gibi hizmetlerden bir süre faydalanamamış ve mağduriyet yaşanmıştır. Şırnak’ta bu örneğin yaşandığı yerlerdendir.

Suriye’den gelen göçmenlere yönelik verilen hizmetlerde ırkçı, dinsel, ideolojik yaklaşımlar bulunmakta, bu hizmetler ayrıca iç ve dış siyasete malzeme olarak kullanılmaktadır. Bu anlayış halk içerisinde çatışmalar yaratmakta ve Suriyelilere sunulan hizmetlerle ilgili yanlış bilgilerin yarattığı etkiler sonucunda ötekileştirme ve ayrımcılık yaygınlaşmaktadır.

ASPB Suriye’den göç eden çocukların ihtiyaçlarını karşılamak yerine bu görevini İHH başta olmak üzere birçok sivil yapılara ve sınırsız olarak devretmiştir. Aynı zamanda Bakanlığın ve demokratik muhalefetin denetim dışında olmasından kaynaklı Suriyeli çocukların durumu ile ilgili ciddi olumsuz yansımaları olmaktadır, Hatay örneğinde olduğu gibi. İHH ile protokoller imzalandı ve protokol süreci bitmesine rağmen İHH alanda çalışma yürütmeye devam etmektedir.

Ayrıca İHH dışında Muradiye Vakfı, ASAM vb kuruluşlarla da protokoller imzalanmıştır.

ASPB göç ve göç mağdurlarıyla ilgili AFAD, Kızılay, Göç İdaresi, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve bazı yerel yönetimlerle ortak çalışmalar yürütmektedir ancak ASPB bu çalışmalarda daha çok iş bölümüne dayalı bir rol almıştır. Sosyal hizmetler ASPB koordinasyonunda ve diğer kurumların katılımıyla yürütülmelidir ve çalışmalar yürütülürken kadın örgütleri, sendikalar, insan hakları kuruluşları, meslek örgütleri ve çocuk dernekleriyle eşgüdüm şeklinde yürütmelidir. Ayrıca yerel yönetimler aktif olarak bu çalışmalarda yer almalıdır.

Bakanlık uluslararası kuruluş alanında da UNİCEF ile sınırlı bir çalışma yürütmektedir.

AKP tarafından ilan edilen sokağa çıkma yasakları ile birlikte, operasyon yapılan yerlerde yaşam hakkı ihlali başta olmak üzere çok ciddi hak ihlalleri oluşmuş, kentler yıkılmış, buralarda yaşayanlar çok yönlü ve uzun süreli mağduriyetler yaşamıştır. ASPB bu bölgelere yönelik görevlendirmeler yapmış, bu soruna ilişkin evrensel insan hakları normlarında bir politika belirlemediği için yürütülen hizmetler bu operasyonların bir parçasına dönüşmüştür. Yapılan hizmetler halkın yararına olmadığı gibi insan onurunu zedeleyecek uygulamalar yaşanmıştır ve hizmet bir lütuf olarak ele alınmış insanların yaşadıkları mağduriyetler açık olmasına rağmen bunu ispatta zorlanmışlardır. Temelde bu çalışma toplumu susturmaya yönelik bir faaliyet olarak görülmüş ve hak temelli yaklaşılmadığı gibi o kentlere yönelik iktidarın kendi hedeflerini gerçekleştirme aracına dönüştürülmeye çalışılmıştır. Doğal olarak bu durum orada çalışan sosyal hizmet çalışanlarını olumsuz etkilemiştir; can güvenliği yanı sıra çatışma ortamının yarattığı psikolojik durum, ülke politikasında şovenist propagandanın yansıması olarak bir gerçeklik sorunu yaşadığı, tüm bunlar hizmeti verenlerin bile hizmet alma konumuna düşürmüştür. Bu çalışmaları yürütürken çalışanların farklı siyasal yönelimlerinden kaynaklı olarak ( hak talepli yaklaşanlar – iktidarın hegemonyasından etkilenenler) aralarında çatışmalar yaşanmıştır. Çalışanların raporlarına müdahale edilmiş, etik değerler konusunda aşınmalar yaşanmış, tutum belirleme noktasında sıkıntılar yaşanmıştır. Bu durumun da gösterdiği üzere insan haklarının olmadığı bir ortamda sosyal hizmetlerin yürütülemeyeceği açıktır.

Toplumsal barışın inşası için öncelikli yapması gereken işler, savaşın ve buna bağlı olarak yaşanan göçün mağduriyetlerini gidermeye çalışmak değil, bunları önleyici politika ve hizmetler yürütmesi gerekir. Bunun için demokrasi ve insan hakları mücadelesi temel bir hat olarak belirlenmeli bu mücadele için de uluslararası sözleşmeler (Çocuk Hakları Sözleşmesi, İnsan Hakları Sözleşmesi) esas alınarak çalışma yürütülmelidir.

ASPB savaş ve göç sorununa ilişkin bir politikası olmadığı için bu alanda yürütülen hizmetler de belli bir hukuka, düzene ve kurala bağlı yürütülmemekte ve birçok soruna neden olmaktadır. Alanda çalışanlar da çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır: Çalışanlar yöneticilerin müdahalelerinden kaynaklı meslekli raporlar oluştururken sorunu tespit ve çözüm odaklı gerçekleştirememektedir. Hizmet kalitesi yerine hizmet çokluğu dayatıldığından verimli bir çalışma yürütülememektedir. İdareci tarafından etik olmayan taleplerin istenmesinden kaynaklı işi kabul edenler ve etmeyenler arasında iç çatışmalar yaşamaktadır.

Bu alanda önleyici, akut ve sonrası dönem için ilkelerin belirlenmesi, mesleki tutumların netleştirilmesi, etik değerlerin belirlenmesi için “tutum belgesi” hazırlanması çalışmasının yürütülmesi.

Bu çalışmayı yürütürken meslek örgütleri, insan hakları kuruluşları ve uluslararası kurumların katılımının sağlanması.

  1. Olağanüstü dönemlerde sosyal hizmet çalışmaları yürütülmesi için çalışmaların yürütülmesi ve bu çerçevede Acil Eylem Planının hazırlanması.
  2. Çalışanlar asarında bakım verenlerin bakımı için çalışmaların yürütülmesi.

MERKEZ YÖNETİM KURULU